Etkileyici şiirler
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
Atilla İlhan
DENİZ KIZI
Belki siz de gördünüz, belki de anladınız !
Bu suskun sâhillerin uyumlu mavisinde,
Salınıp durur işte suların sezgisinde,
İçtenliğe duyarlı bir genç kızın hâyâli.
Ağlamaklı, sevecen, mahzun, bâzen öfkeli,
Bizden çağrışımlarla boyar ebrularını;
Bakışları tutunur yosun ipliklerine,
Esritir soluğuyla denizanalarını.
Dert dinlerken aldırmaz deryâ şenliklerine;
Dikkatini vererek ruh inceliklerine,
Anlam yüklemek ister insan yüreklerine.
Sınırsız dünyasında biçâre, yapayalnız,
Gamzesinden batarken gözyaşı renklerine,
Belki siz de gördünüz, belki de anladınız !
Ben Ne Dilenci Nede Gurursuzum
Ben ne dilenci
Ne de bir gurursuzum
Çok sevdiğim için böyle aşık böyle mutsuzum
Kırdım kırılmayan
Gururumu ve o çok değer verdiğim onurumu
Serdim yollarına ömür boyu beslediğim büyüttüğüm
Yaşatan umudumu
Bekliyorum hergün
Seni görmek için ve çizmen için kaderimin yolunu
Özlemek Düştü Payıma
özlemek vardı seni ,seninle
kavrulup yanmak mecnun misali
ağlamak düşerdi senin payından…
damla damla biriken korkularda
özlemek düştü payıma seni ,seninle
son bir hamle ihtimali düşlerdim
kara bir resim duvarlarda çizerdim
yokluk ve varlık arasında gidip gelmek
bir düş kurardım senin teninden
özlemek düştü senin payından
mecalim kalmadı gayri serzenişten
bırakıp gözlerimi seni bekleyişten
dil lal oldu kılü kal etmekten
susmak düştü çarpan kalbime
özlemek vardı seni ,seninle
Yunus YOLDAŞ
Otuz Beş Yaş
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N’eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
|